2001 yılının on birinci ayında okumuşum Tehlikeli Oyunlar’ı… Günlüğüme tuttuğum notu tekrar tekrar okuyunca, kitabın havasına, büyüsüne aynı heyecanla girdiğimi farkediyorum…

……..

Tutunamayanlar’da ne diyordu Oğuz Atay; “hayata katlanamadığımız için espri yapıyoruz.”

Tehlikeli Oyunlar hayata karşı derinden attığımız kahkahadan başka bir şey değil. Acı bir kahkaha tabii ki. İnsanın kendin ol çabası ve beynini karıncalar gibi kemiren, fareler gibi labirentler tuzağına düşen kişinin; kadını, aşkı, bilgiyi, toplumsal düzeni sorgulayarak ölüme doğru ilerlemesinin acı bir romanı.

Acı, çünkü modern hayatın dayattığı yaşam biçimi acı… Batıya verilen kafalar bizim ne kadar tehlikeli bir oyunun içinde olduğumuzu ve varoluş gayesinden ne kadar uzak olduğumuzu hatırlattı bana Oğuz Atay. İşte varoluş sorusunun cevabı bulunamadan bitiyor roman. Bu kaygının cevabını okuyucuya bırakıyor… Roman bitiyor ve okuyucu veya izleyici sıradanlığa veriyor yine kendini:

“sonunda çocuk ölüyor işte.” evet o kadarını bizde anladık ama bunun için mi izledin filmi? Sırf sonunu merak etmek için mi okudun koca kitabı… Veya yazar boş vakit geçirsinler diye mi yazdı romanını… derdi neydi, canı mı sıkılmıştı….

Benim cevap kendimce beliriyor zihnimde: toprak olmak için değil, yeniden dirilmek için tutunamayanlardan hatta tutulamayanlardan olmak ve tehlikeli oyunlarda – oyun isterse tehlikesiz olsun – rolünü iyice öğrenip iyi oynamak…

Çünkü dünya hayatı, tutunmaya gelecek kadar çekici değil ve bu oyun çok sahte, göz kamaştırıcı ve aldatıcı.

………………………………

Sevgili Hikmet Benol;

Bu mektubu hangi şart ve ortamda yazdığım mühim değil (zaten sen böyle şeyleri merakta etmezsin) ama Sevgili Hikmet Benol, albayıma selamımı söylemeden evvel Sevgi’nin hala yaşadığını ve Bilge’nin entel kuruntularının yok olacağını (çünkü sevgi yaşıyor hala), Mütercim Arif Bey’in aniden yok olduğunu, Nurhayat Hanım’ın hala her şeye ve herkese bizim gibilerine katlandığını, Hidayet’in er geç askerliğini bitirip geleceğini ve çok güzel piyesler yazacağını, Kirkor’un tövbekar olduğunu, bakkal Rıza Efendi’nin süpermarketlere yenilip bakkallığını kapadığını ve gecekondu mahallesinin artık arka mahallelerden olmayıp gündelik ve modern hayata (acı da olsa ) katıldığını sana anlatmak isterdim her şeyden önce. Şimdi de Albayıma selam ederim.