özür dilerim nasıl hitap edeceğimi bilemeden başlıyorum mektubuma.
attila ilhan’ın bir mısrası var belki bilirsin.
“hiç kimse misin bilmem ki nesin” demek istiyorum sana.
çünkü böyle belirsiz bir durumun var içimde. bana yaz demişsin. uzun mektuplar yaz. mektuplar için elime kalem almayı unutmuşum. yıllardır kimseye mektup yazmıyorum. bu ilk mektubum olacak sana. hatalarım olursa affola.
hiç kimse misin bilmem ki nesin,
durgun geçiyor günlerim belki ömrüm durgun geçiyor. belki bu durgunluğu seviyor oluşum alıştığımdandır. alışkanlıkları sevmezdim oysa. geri alıyorum sözlerimi durgunluktan nefret ediyorum.
eylül ne çabuk geldi geçti içimizi üşüterek. ramazan ne çabuk geldi geçti içimizi ısıtarak. bayram ise tez misafirimizdi. büyüklerimizin ellerinden küçüklerimizin gözlerinden öperek geldi gitti.
durgun geçiyor günlerim demiştim ya. o durgunluğu değerlendirmeye çalışıyorum. iş güç dışında okumalarımı sürdürüyorum. kitapları çok sevmezdin. hele benim kitaplara olan düşkünlüğümden nefret ederdin biliyorum. ama ben buyum işte. gerçi kimseye kabullendiremedim. ne babam ne annem ne de kardeşlerim. okumayan bir çok arkadaşım da var. dalga geçenler, profösör mü olacaksın diyen babam, işinle mi ilgili okuyorsun diyen annem, şiirden ne anlıyorsun diyen kardeşlerim, dünyayı sen mi kurtaracaksın diyen arkadaşlarım. oysa kitaplarla yaşamanın o esrarengiz duygusunu kimse anlayamadı. kimseye anlatamadım. bir ara kaçmayı da denedim kitaplardan. peşimi bırakmadılar. kimileri kovaladı beni, kimileri ağladı yanıbaşımda öksüz yetim kalmış bir çocuk gibi. dayanamadım yüreğime bir sızı çöktü. çölden kurtulmuş gibi oldum kitaplarıma sarıldığımda. kana kana içtim susuzluğumu gidermek için. bir ikindi vaktinin serinliği çöktü yüzüme. evli olsam kıskanırdı eşim. dostlarım ellerinden gelse yakardı kitaplarımı. böylede sürecek benim durgun günlerim.
hiç kimse misin bilmem ki nesin,
yazacağım bundan sonra sana. gerçi dershane açıldı. yeni eğitim öğretim yılı telaşlı başladı. zamanımın çoğunu elimden alacak. yorgun düşeceğim belki. fakat mektubumu ihmal etmeden yazacağım bilesin. belki haftada bir, belki on beş günde bir belki ayda bir. posta kutuna bir beyaz zarf içinde eline geçecek bu satırlarım. hüzünlerim okuduklarım izlediklerim dinlediklerim sevinçlerim…
biliyorum mektubum kısa oldu. affet. geçmiş günlerim için çok üzgünüm biliyorsun. yazmak istersen kabulümdür. istemezsende canın sağolsun. bana bir arkadaşım “senin kalbin ne çok karşılıksız çarptı” deyince üzülmüştüm. ben alışkınım. yarım bırakıldım, yalnız kaldım. o kadar çok tanıdığım var ki etrafımda sanki sırtım yere gelmeyecek gibi güçlü sanırım kendimi. bir de bakarım ki kalabalıklar içinde yalnızım. hani sinemaya gidersin. akşamüstüdür. film bittikten sonra sinema dağılır ve bir kalabalık caddeye akar ya. bilmem gözünde canlandırabildin mi o kalabalığı… nereye gideceğini şaşırırsın birden. bir aşağı caddeye yönelirsin bir yukarıya. el ele tutuşan sevgililer gözüne takılır, evli çiftler, kucaklarında sevimli bebekler. birbirlerine espiri yaparak yol alan iki arkadaş gözüne takılır da için cız eder. ve yol alırsın tekrar bir yalnızlığa.
hiç kimse misin bilmem ki nesin,
biliyorum diyeceksin ki, hiç değişmemiş üslubun, duruşun sözlerin. hüzün ve yüzün bıraktığım gibi diyeceksin. zaman değişerek akıyor, insanlar değişerek kayboluyor, dünya değişiyor ülkem değişiyor şehrim değişiyor. ya ben. değişen çok şey oldu elbette. biraz düşünsem nelerin değiştiğini anlatırım. ama hüznüm değişmedi, lirik bakışlarım değişmedi. varsın böyle olayım varsın sevmesin kızlar, arkadaşlar bu duygusal yanımı. ne yapayım. elimden bir şey gelmiyor.
hiç kimse misin bilmem ki nesin,
sözün, kelimelerin kıymetli olduğuna inanarak, israf etmeden sözcüklerimi mektubuma son vermek istiyorum. mevlana idris’in bir mısrasıyla seni allah’a emanet ediyorum:
“allah’ın gülleri yakanı bırakmasın.”
Son Yorumlar